21.11.2024
Göz Zinasından Nasıl Kurtuluruz?

Göz Zinasından Nasıl Kurtuluruz?


  • 12 Aralık 2014 Cuma 02:00
  • 55813

Yolda, çarşıda ve başka yerlerde kadın ve erkeğin karşılaşmasında ilk bakışın bir sorumluluğu yoktur. Çünkü bundan kaçınmakta güçlük vardır. Bir de karşıdaki kimsenin erkek mi kadın mı, hısım mı hasım mı olduğunu bilmek gerekebilir. Ancak gerek yokken tek

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):

    “Ey Ali, elinde olmadan gözüne ilişen bir haram ikinci defa bakma. Zira ilk bakış lehinedir, ama ikinci bakış aleyhinedir.”

    (Tirmizî, Edeb 28; Ebû Dâvud, Nikâh 44)

buyurmuştur.

Gözümüze istemeden takılan şeylerde günah yok, ancak bunun dışında bu bakışları devam ettirmemiz halinde diğer bakışlar haramdır.

Dikkat edilmesi gereken şeylerden biri de edep bilmeyen, aşkı katleden, gözü ve gönlü kirleten tahrikçi ve teşvikçi tv programları ve internette benzeri yayınlardır; müstehcen, bakılması haram olan görüntüler… Erkek veya kadının karşı cinsten yabancı bir kimsenin haram olmayan yerlerine bakması –alış-veriş gibi zaruret durumlarında- caiz ise de bu bakışın zevk almak ve cinsel istek duymak için olmaması gerekir. Aksi halde normal şartlarda sakıncalı olmayan bir bakış, kişinin kalbindeki niyetine göre helal olmaktan çıkar.

Göz hakkı güzele bakmak sevap gibi imanı zedeleyici sözlerden kaçınılmalıdır. Çıplak kadın ve erkek resim ve heykelleri dinen yasaktır. Böyle şeyleri yapmak, duvara asmak, bakmak caiz değildir.

Kadınlar ve erkekler karma bir şekilde, aynı toplulukta bir araya getirilmemeli. Düğün ve derneklerde kadın ve erkeğin beraber eğlenmesi oynaması, haramdır. Bunlara katılmak veya seyretmek de aynı şekilde haramdır.

Gözler kamera gibi baktığı her şeyi kaydeder. Hayal arşivine depolar. Nereye gitse bu depodaki bilgiler gözünün önüne gelir. İbadet ederken aklında bu tür haram şeyler istemeden de olsa belirir verir. İbadetin zevkini alır götürür. Sıkıntı yapar.

Kendini sürekli bakışıyla tahrik eden insan şehevi yönünü gitgide ateşlemektedir. Bu ateş onu günah batağının tam ortasına doğru çekmekte, günaha bir adım daha yaklaştırmaktadır. O bakımdan insan kendini, bu tür tahrik edici görüntü ve ortamlardan uzak tutmalıdır. Sonra ömür boyu pişmanlık duyacağı şeylere yeltenebilir.

Göz deyip geçmeyelim. Gözlerimizin bizde hakkı olduğu gibi, pek çok kimsenin de gözümüzde hakkı vardır. Göz üzerinde ilk ve en önemli hak, gözlerin yaratıcısına aittir. Sonra, kalbimizin hakkı, peşinden de ailemiz, sevdiklerimiz, insanlar ve kainatın hakkı gelir. Cenab-ı Hak, insanların çoğunun, varlık, kulak, göz ve gönül nimetlerine nankörlük ettiğini, çok az şükrettiğini belirtir.

    De ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
    (Mülk, 23)

Önce, bize verilen göze ve görme nimetine sevinmeliyiz, onu bize vereni tanımalı, yüce zatına kalp, dil ve halle şükretmeliyiz. Kalple şükür, O’nu tanıyıp sevmektir. Dille şükür, nimeti vereni zikretmek ve O’ndan bahsetmektir. Halle şükür, gözün sahibine isyan etmemek, harama bakmamak, O’nun alemi saran rahmet tecellilerini seyredip ibret almak, sahibine karşı bir kusur etmişse ağlamaktır. Ayrıca gözü yaratanın, “İyi bakın, inceleyin, sonunu seyredin, sırrına ulaşın, ibret alın, hakikati anlayın ve ağlayın” buyurduğu yerlerde, emredilen şeyleri yapmak da O’nun gözdeki hakkıdır.
Allah’ın haram kıldığı şeylere bakmanın birçok zararı vardır. Bunlardan biri unutkanlıktır. Kitaplarda bildirildiğine göre göz vasıtasıyla beyne aktarılan namahrem görüntüler insanda unutkanlık meydana getirir.

Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem), harama bakışın, şeytanın kalbe attığı zehirli bir ok olduğunu belirtmiştir. Bu zehir hemen temizlenmezse, kalbi yaralar, tadını bozar, kirletir ve böylece safiyetini yok eder. Tövbe ve salih amalle temizlenmeyen günahlar, kalbi katılaştırır, karartır ve Allah korusun sonuçta onu manen öldürür. Bunun en büyük sebebi de gözler olur. Çünkü insanın kalbine iki önemli giriş kapısı vardır: Biri göz, diğeri kulaktır.

Gözünü ve kulağını haramdan korumayan kimsenin hayali de günahtan temiz kalmaz. Böylece kalp sürekli zehirlenir, ruh perdelenir, gönül huzuru bozulur. Dinimizde ibadet, kulluk ve dostluk kalple olduğu için, onun safiyetini giderecek, sıhhatini bozacak her şey haram kılınmıştır. Bunun için yüce Allah Nur suresinde

    “Mümin erkeklere ve kadınlara söyle, gözlerini (harama karşı) yumsunlar…”

    buyurmuştur.

Bunun manası “Kalplerini korusunlar” demektir. Kalbin korunması ise ancak edeple olur. İnanan bayan ve erkekler gözlerini harama bakmaktan korurlar. Bu Allah’ın bir emridir.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yine buyurmuştur ki;

    “Yabancı kadına şehvetle bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim onu Allah’tan korktuğu için terk ederse, mükâfat olarak Allah o kimsenin kalbine öyle bir iman neşvesi ve halâveti atar ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar.”

    (Hakim, Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve’t-Terhîb, III, 63.)

Bu hadis-i şerife göre, harama bakmamaya karar verip gözünü korumaya alıştıran bir insan bu haramdan kaçışın manevi hazzına erecektir. Manevi bir huzur insanı kaplayacağı için o geçici ve daha sonra insanın içini sıkacak olan şehevi zevkle kıyaslanamayacak kadar insanı mutlu edecektir.

İnsanın istemeden, aniden karşısına çıkmış olan haram görüntülere bakmaya devam etmeyip kaçınması halinde kendisi için bir günah yoktur. Hatta bu kötü bakışı yapmadığı ve haramdan kaçındığı içinde sevap kazanmaktadır. Ancak bakmaya devam ederse işte o zaman günah kazanır.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
-Ya Resulallah! Ben felanca kadın ile arkadaş olmak istiyorum  onunla zina yapmak istiyorum dedi.
Ashab-ı Kiram  bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve Resulullah’ın (s.a.v) huzurundan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağrıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bırakın o genci buyurdu.

Sonra genci, dizlerini kendi mübarek dizlerine değdirecek şekilde oturttu ve:
-Ey genç  birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi? diye sordu.

Genç hiddetle:
-Hayır Ya Resulallah  diye cevab verdi.

Resulallah (s.a.v):
-Öyleyse o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar.

Sonra:
-Peki, sever misin? diye sorduklarında genç :
-Hayır, asla! diyerek hiddetleniyordu.

-Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu.
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:

    -Allah’ım!

    Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla,buyurdu.

    Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek gözü daha çok muhafaza eder, namusu daha fazla korur.

    Evlenmeye gücü yetmeyenler ise oruç tutsun. Çünkü oruç kalkandır.

Allah dostları, kâmil mürşitler, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)Efendimizin manen mirasçılarıdır. Dinin hem zahirine büyük önem verirler, hem derin bir bâtınî kavrayışa sahiptirler. Allah sevgisini ve ihlâsı elde etmek isteyenler için, onlarla yakınlık kurup eğitim ve terbiyelerini kabul etmek en güvenilir yoldur.

Günahtan korunabilmenin bir başka faktörü zikirdir. Allah’ı hürmetle ve mahcubiyetle anmak, bizlere nefsin, şeytan ve cinlerin şerlerinden korunma kapılarını açar.

Kur’an -ı Kerim’de,

“Allah’ı çok anın ki, başarıya erişesiniz.” ( Enfal , 45; Cuma, 10)

“Kalpler ancak Allahın zikriyle tatmin olur” (Rad 28) , buyurulur .

Çünkü bizler Rabbimizi andıkça O da bizleri anacaktır ve lütfuyla koruması altına alacaktır:

“Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)
Takva faktörünü de unutmamalıyız.

“Ona bozukluğunu (yani günahını) ve korunmasını (yani takvasını) ilham edene andolsun ki, nefsini temizlikle parlatan gerçek kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 8-9 )

Bu ayetin de gösterdiği üzere fücûr yani günah ile takva birbirinin zıddı olan kavramlardır. İnsan kendisini günahlardan, kötülüklerden arındırdığı ölçüde takvaya doğru yaklaşacaktır.

İşlediğimiz Günahlara Tövbe Etmek

Tövbe işlenen günahlardan pişman olmak, bir daha işlemeyeceğine dair Cenab-ı Hakk’a söz vermektir. Tövbe etmek gerçekten pişman olmakla başlar. “Tövbe ettikten sonra günaha her meyledişimizde içimizden bizi uyaran bir ses var” diyen gençler, tövbeyle buldukları huzuru böyle dile getirirken hayatlarına gelen düzene de dikkat çekiyor. Anlaşılan o ki tövbe, insanın hem manevi hem de maddi dünyasında yepyeni bir sayfa açmasına vesile oluyor.

Başka bir genç: “İnsan temizlendiğini düşünerek günahtan daha çok kaçınıyor. Tam günaha dalmak üzereyken içinden bir ses kendisini engelliyor sanki. İnsan böyle bir günahı işlemeyi düşünmekten dolayı bile çok şiddetli pişmanlık duyuyor.” diyor.

Henüz daha hayattayken bir an önce kendimizi sorgulamalı ve davranışlarımızı düzeltmeliyiz. İnsan düştüğü hatalardan en kısa sürede kurtulmaya çalışmalı, hatalarını kabul ederek Allah’tan bağışlanma dilemeli ve onlardan bir daha yapmamak üzere uzak durmalıdır.

Şu da var ki şeytan, daha gençsin sonra tövbe edersin, Allah merhamet eder. Diyerek bizi oyalar ve tövbemizi geciktirir. Bu geciktirmeler uzadıkça kalbimiz günaha alışır ve tövbe etmek artık aklımızın ucundan bile geçmez olur. Sonra günahlar küçümsenmeye sayılmamaya başlar. Şeytan “İşte yapamıyorsun; tövbeni tutamıyorsun. Sen gençliğini yaşa, hizmetine ve ibadetine ara ver. Sonra düzeltirsin kendini.”diyerek insanı oyalar; ta ki ecel gelene kadar…

Halbuki insanın yaşı kaç olursa olsun tövbe için geç kalmış sayılmaz. Yeter ki ecel yetişmiş olmasın. Hiç kimsenin son anda ne durumda olacağı belli değildir. O nedenle ecel gelmeden önce günahlarımızın affı için Cenab-ı Hakka yönelmeli ve bir daha yapmamak üzere tevbe etmeliyiz. Vakit bu vakittir; zaman geçirmeden tevbe edip hatalarımızdan uzak duralım, kendimize tertemiz bir sayfa açalım. Allah’ın rahmeti geniştir, ümit kesmek olmaz.

Günaha giren genç, bunu geçici, anlık zevkleri için yapmakta, ancak o anlar bittikten sonra kalpte üzüntü ve keder yumağı kalmaktadır. İnsan yaptığı günahlara vicdanen rahatsız olsa da yine nefsine uyup tekrar düşebiliyor. Günahlara bağımlı olup kalp katılaşmadan önce tövbe etmeliyiz. Hatalarımızı terk edinceye kadar pişmanlığa ve tövbeye devam etmeliyiz. Kul olarak ta zaten başka çaremiz yok.

Bir adam, Hazreti Ali efendimize (r.a) gelir:
“Ben yaptığım hatalarla mahvoldum, ne olacak halim?” diye ümitsiz şekilde sızlanır.
İmam-ı Ali efendimiz (r.a) de:
“Mahvolacak zamana daha gelmedik, tövbe kapısı henüz kapanmamıştır, tövbe et, yoluna devam et,” der.
O ümitsiz adam:
“Benim günahım öylesine büyük ki, tövbe ile filan affa uğrayacak gibi değildir” der.
İmam-ı Ali efendimiz (r.a) de:
“Hiç düşündün mü, senin günahın mı büyük, yoksa Rabb’imizin affı mı?” diye sorar.
Adam duraklar, düşünür, “Elbette Rabbimin rahmeti…” der.
Hazreti Ali efendimiz (r.a): “Öyle ise..” der. “Rahmeti senin günahından büyük olan Rabbimizin affından ümidini kesme de tövbe edip kıble istikametli yoluna devam et.” Adam yine sorar:
“Ne zamana kadar tövbe?..”
Cevap tek cümledir: “Tövbe ettiğin günahı terk edinceye kadar!..”

“Eyvah, ben dengemi kaybedip düştüm, ayağa kalkmam imkânsız, hatta benden istikametli adam olmaz artık..” diye vesveseye kapılmamak gerekir. Böyle demek insana, hedefine doğru yürüme azmini kaybettirir.
Halbuki Allah Resulü Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), sürçerek günah çukuruna düşenlerin tekrar dengelerini bulup yollarına devam etmelerini temin için şöyle buyurmuştur:

    “İnsanlar mutlaka hata yaparlar. Ancak hata yapanların hepsi de şerli insan değildir! Hata yapanların da hayırlısı vardır…”
    “Kimdir hata yapanların hayırlısı ya Resulallah?” diye soranlara ise:
    “Hatalarından sonra tövbe ederek aynı azim ve aşkla yollarına devam edenler!..” buyurmuştur.

Gençlik çağı insanın, canının istediğini yapabileceği, iyi kötü her türlü hayalin ardından koşabileceği dönemdir. Bu dönemde kişinin nefsine hakim olması, ibadet ve taatini aksatmaması yaşlı kimseye göre daha zor olduğundan mükafatı da boldur.

Demek ki insan bazen bilmeden, bazen de nefsine uyarak hata yapabilir, bu her şeyin mahvolması manasına gelmez, ümidin kesilmesini gerektirmez. Kullar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar, bir daha kesinlikle yapmamak üzere dönüş yaparlarsa, yani umutsuzluğa kapılmadan Allah’a yönelip tevbe ederlerse, Allah onları affeder. Günahlarımızın affı ve yeni günahlardan korunma konusunda Allah’tan asla ümit kesmemeliyiz.

***

Şunu da hatırdan çıkarmamak gerekir ki; kesin olarak haram olan bir şeyin haram olduğuna inanmayan, kabul etmeyen kafir olur. İmana dönmeden o haliyle ölürse ebedi cehenneme gider.

O yüzden insan –şeytana uyup günah işliyor olsa bile- yine de haram olan şeyler için “haram değil, bu devirde böyle şey olmaz” deyip inkar etmemeli, bilakis Rabbine tevbe ederek günahından uzaklaşmaya çalışmalıdır.

Allah’ın (c.c) bir lütfudur ki, tevbe kapısı daima açık tutulmuştur. Tevbe edenlerin o kötülükleri hiç işlememiş gibi olacağı müjdesi verilmiştir.

O halde Yapılan haramın günah olduğunu inkar etmeden, yaptığın günah ve kötülüğü sevmeden, günahından dolayı tevbe et, Allah’tan af dile ve o günahtan uzaklaş!